Sporcu ifadesi zihinlerde erkeği canlandırır. Bir sporcunun kadın olduğu mutlaka belirtilir. Erkek basketbolcu dendiğini hiç duydunuz mu?
Kadınların spora yatkınlığına daha az rastlandığı varsayılır. Sayılarla konuşulur ve spora ilgi duyan erkek sayısının kadın sayısından fazla olmasının bu sonuca yol açtığı söylenir. Sanki bu kendiliğinden ortaya çıkmış bir olguymuşçasına. Sanki bu durum tarafsız bir yargıymışçasına. Oysa spora ilgi duyma alternatifi dahi bir noktada atanmış cinsiyetle doğrudan ilgilidir.
Son derece seküler bir okul olan Koç Lisesi’nde beden eğitimi derslerinde kız öğrencilerle erkek öğrenciler ayrı salonlarda ders yapar. 5 haftalık programlar dahilinde çeşitli spor dallarının işlendiği müfredatta, erkekler futbol oynarken kız öğrenciler jimnastik yapar. Ergenlik dönemindeki kız öğrencilerin jimnastik yapılması ile ilgili memnuniyetsiz oldukları kısım, mayo ve tayt giyme zorunluluğu olur. Bedenleri ile barışık olmak için sayfalarca okuma yapması gereken ergen genç kızların tüm hatları, dolayısıyla tüm “kusurları” belli eden o taytlar/mayolar içinde kendini rahat hissedebilmesi çok büyük mesele olur. Oysa erkekler için futbol kızlar içinse jimnastik seçilmesine itiraz etmek noktasında kostümden çok ötede konular vardır.
Topluma söylenen “bedensel olarak güçlü olanın” erkek olduğudur.
Sadece futbol özelinde değil, spor genel olarak erkeklere ait bir alan olarak bırakılmıştır. Spor bedensel bir aktivitedir. Kas gücü gerektirir. Topluma söylenen “bedensel olarak güçlü olanın” erkek olduğudur. İdeal erkek tipi çeşitli mecralarda kaslı olması üzerinden öne çıkarılırken kadınlarda böyle bir vurguya rastlanmaz. Aksine kaslı olmak, fiziksel güç kadının feminen yönlerini törpüleyen, onu daha az kadınlaştıran unsurlar olarak karşımıza çıkar. Kadın dediğin sporcu da olsa kadındır. Kadınlığını yitirmemesi beklenir.
Medyanın bu sürece katkısı hiç şüphesiz en üst düzeydedir. Medya sporcuların kadın olmasını her defasında vurgular. Başına kadın sıfatını koyar, her defasında ‘kadın sporcu’ der. Hiçbir koşulda ‘erkek sporcu’ denmezken. Sporcu dendiğinde onun zaten erkek olduğunu varsaymak gerekir. Kadın olması sıra dışı bir durum olduğundan ifade edilmesi gerektiği düşünülür. Kadın sporculara verilen unvanlar mutlaka dişilik barındırır, bir noktada sporcu prototipinden farklı bir aidiyet taşır: Filenin sultanları, potanın perileri. Sultanlık da perilik de sporla, fiziksel güçle, başarıyla, rekabetle özdeşleşen kavramlar değildir pek tabii.
Sporun erkeklerin alanına bırakılmasında bir başka önemli nokta başladığı yerdir. Spor müsabakaları sokakta başlar. Mahalle maçları sokak aralarında yapılır, mahalle takımları sokaklarda kurulur. Sokaklar en başta erkeklerin alanına terk edilmiş mecralardır. Kadınların ait olduğu yer her ortamda “ev” olarak resmedilir. Kadınların sokakta gerçekleştirilmesi kaçınılmaz bir faaliyeti yapması bunca zaman inşa edilen toplumsal cinsiyet rollerinin topyekun dışındadır. Kamusal alanlardaki sınırlı sahalar için erkekler arasında zaten halihazırda dönen bir rekabet varken, bu kısıtlı alanın bir de kadınlar tarafından paylaşılması imkansıza yakındır.
“Karı gibi oynamayın.”
Sporun üst düzey bir rekabet, bir yarış olması pompalanan bir politikadır. Bugünün profesyonel sporcularına bir çeşit ‘gladyatör’ muamelesi yapıldığını söyleyebiliriz. Basketbol oynayan bir kadınların antrenmanlarında “karı gibi oynamayın” naraları yükselir. İyi bir basketbolcu olmak kadınlığı dışarıda bırakmaktan geçer. Bu hırs, bu sertlik, bu öfke kadınları sporun dışına iten öğelerdir. Kadınların bu hırsı, öfkeyi, şiddeti “gereği gibi” taşıyamıyor olması üzerinden maçlarda sadece kadınların seyirci olması takımlara “ceza” (!) olarak verilir.
Spor sadece bu mudur gerçekten? Bir dayanışma da değil midir aynı zamanda? Adı üstünde bir “takım oyunu” değil midir? Sporu güzel yapan sadece karşındakini “yenmek” üzerinden duyulan haz mıdır?
İstanbul’da çeşitli zamanlarda şehir maratonları düzenleniyor. Profesyonel sporcu olmayan bir çoğunluğun katıldığı bu koşularda birbirini hiç tanımayan koşucuların birbirine “az kaldı son düzlük” diye cesaret verdiğini duyarsınız. Etrafta izleyenlerin “bravo, harikasınız, devam” diye alkış tuttuğuna rastlarsınız. Bir spor müsabakasından beklenen tam olarak bu değil de nedir?
Sporun bir endüstri halinden çıkıp gerçek “takım oyununa” evrileceği yol hem bu dayanışmadan hem de cinsiyetsizleştirilmesinden geçiyor. Bir gün olacak. Çünkü neden olmasın…
—
Bu yazı ilk olarak 11.12.2019 tarihinde Dijital Topuklar web sitesinde yayınlanmıştır.