Her türlü şiddet, ideoloji, politika, mikro eylem, makro eylem, dönüyor dolaşıyor bir şeye dayanıyor, o da para, o da ekonomi!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu her ay kadın cinayetlerine dair Veri Raporu yayınlıyor. Bu raporların gösterdiği kadarıyla son 10 yılda (2010 senesi istisna olmak üzere) kadın cinayetleri ivmeli bir artış gösteriyor.[1] Kadın cinayetleri de, fiziksel şiddet de, cinsel saldırı da bu artıştan payını alıyor. Bu konu üzerine gerek akademide gerekse sivil toplum örgütlerinde yazılan sayısız rapor var. Kadın cinayetlerinin politik olduğu söylemi bu cinayetlerin esasen salt iki kişi arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmadığı, cinsiyet temelli ayrımcılıktan doğduğu noktasını yineliyor.

Anthony Giddens “Mahremiyetin Dönüşümü” adlı kitabında tecavüzü açıklarken “modern toplumda tecavüz geçmişteki ataerkil tahakkümün devamından çok, erkeğin kadına karşı duyduğu güçsüzlük ve yetersizlik hissinden kaynaklanmaktadır” der. Ekonomik güce sahip olmak üzerinden doğan iktidar, bunu muhafaza etmek için her yolu dener. Bu gücün paylaşılması tehlikesi karşısında da şiddet uygulayarak kadını bastırmaya, tehlikeyi bertaraf etmeye yönelir.

Kadının ekonomik olarak güçlenmesi ev içindeki tüm geleneksel dengelerin sarsılmasına alan açar.

Ekonomik özgürlüğü olmayan kadının en başta boşanmayı talep etmesi, bu talebini yöneltebilmesi bile son derece güçtür. Boşanma hakkının kullanılabilmesi en temelinde ekonomik bağımsızlığa dayanır. Kadınlar para kazanabilir oldukça mutsuz, şiddet içeren evliliklerinden daha kolay kurtulabilirler.

Polis Akademisi Başkanlığı tarafından yayınlanan Kadın Cinayetleri Raporunda “Cinayetler incelendiğinde, kadınların şiddet gördükleri eşlerinden kolaylıkla ayrılamadıkları, hatta uzaklaştırma kararı alındığı halde bazı durumlarda bu sürenin bitmesini beklemeden kendi aralarında ya da aile büyükleri vasıtasıyla barıştırılıp geçimsizlik konusu her ne ise bu sorunu çözmeden bir araya yeniden geldikleri; buna bağlı olarak geçimsizliklerinin şiddetinin artarak devam ettiği ve bu durumun ölümle sonuçlandığı görülmektedir.” tespitine yer verilmiştir.[2] Kadınlar bir noktada şiddet gördükleri evlere geri dönmek zorunda kalmışlardır. Bunun altında yatan ciddi bir kadın yoksulluğu sorununu görmemek mümkün değildir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan kadının kolay kolay evden ayrılabilmesi de söz konusu olamaz.

Kadınların ekonomik yaşama dahil olmaları ilişki içindeki gündelik güç dengelerini de sarsar. Ekonomik özgürlük iktidarı da beraberinde getirir. “Eli ekmek tutan” kadın evdeki kararlara da dahil olmak ister, fikrini dinletmek ister. Evdeki “erkek” iktidarın sarsılmasını istemeyen erkek yine şiddete başvurur. Bu sebepledir ki kadınların ekonomik bağımsızlığa kavuşma mücadelesine “erkek” kulisler tarafından ket vurulmaya çalışılmaktadır.

“Emekçi” kadın vurgusu üzerinde toplanan 8 Mart’lar birer tuzak.

Bunun bir örneği kadınların “emek” koymadıkları üzerinden yaratılan prototiptir. “Emekçi” kadın vurgusu üzerinde toplanan 8 Mart’ı geride bıraktık. Bu emekçi vurgusu ile kadınlar arasında emekçi olan ve olmayan ayrımı yaratılmakta. Böylelikle ev içi emeğin görmezden gelinmesi tehlikesi ve evde çalışan kadının emek üretmediği algısı doğmaktadır. Emek üretmeyen kişi emeğinin karşılığını da talep edemez. Oysa evde çalışan kadın aile fertlerine sıcak bir yemek, temiz bir ev, ütülü çamaşırlar sunabilmek için çalışır ve esasen nakdi bir fayda yaratır. Gel gelelim “çalışıyor musun” sorusunu “hayır, ev hanımıyım”la yanıtlar. Bu anlayış dahilinde kadının çalışmadığı, üretilen tüm birikimin salt dışarda çalışan erkeğin emeği olduğu kabul edilir.

Tam da bu fikre karşıt olarak, o erkeğin o işte çalışıp evini geçindirebilmesi için gerekli konfor alanını evde çalışan kadın sayesinde de sağlandığı ortaya koyulunca, 2002 yılında Medeni Kanun değişikliği yapılmış ve evlilikte geçerli mal rejimi aksi kararlaştırılmadıkça edinilmiş mallara katılma rejimi olarak belirlenmiştir. Böylece boşanma halinde evlilik süresince edinilen malların fiilen kimin üzerine kayıtlı olduğuna bakılmaksızın eşler arasında yarı yarıya paylaşılmasına olanak sağlanmıştır. Çünkü o birikimin oluşmasında eşlerin müşterek emekleri söz konusudur. Çünkü her ne kadar o mülkiyetin ediniminde müşterek emek söz konusuysa da fiilen kayıtlara geçirilmesinde kadınlar genelde geri planda bırakılmaktadır. Bu adaletsizliğin önüne geçilmesi ve kadınlara emeklerinin karşılığının sunulması için bu rejim değişikliğine gidilmiştir.

Kadının boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olması kime yarar?

Benzer şekilde bugün süresiz yoksulluk nafakasının kaldırılması kulisi üzerinden dönen kaygı yine aynı kaygıdır. Ev kurma, evi çevirme, çocuk yetiştirme emeklerini koyan eş bir meslek edinme ve para kazanma imkanlarından da bir noktada feragat etmiştir. Bu feragatin bir karşılığı olarak boşanma sebebiyle yoksulluğa düşmesi sebebiyle nafaka hakkı doğmuştur. Nafaka imkanı olduğunu bilen kadın boşanma konusunda daha cesur davranabilir. Nafaka düzenlemesi kadına bir seçenek sunar, bir çıkış imkanı tanır. Ekonomik destek her şeydir. Tam da bu nedenle bu imkanı sağlayan düzenlemelere “yuva yıkan kanun” denmekte, kadını erkeğe muhtaç bırakan sistem ideal evlilik modeli olarak resmedilmektedir. Bugün yaşlı bir adam çıkıp iktidar partisine “Hanımlara para veriyorsunuz kimse yüzümüze bakmıyor, evlenemiyoruz” şikayetini yöneltiyorlarsa, bu ülkede kadınların mecbur oldukları için evlendikleri/evli kaldıkları gerçeği ayan beyan gözler önüne serilmektedir.[3]

Evliliklerin kadınlara zindan olmadığı, hiçbir kadının mecbur olduğu için evliliğini sürdürmek zorunda kalmadığı günler gelecek. Kadınlar kazanılmış haklarından vazgeçmeyecek!

 

[1] http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/kategori/veriler

[2] https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Kadin_Cinayetleri_Rapor.pdf

[3] https://www.birgun.net/haber-detay/erkekler-es-bulamiyor-yardimlari-keselim-234354.html

Bu yazı ilk olarak 25.03.2019 tarihinde HThayat sitesinde yayınlanmıştır.