Benim çocuğum demeye bayılırız, seslenirken “kızım/oğlum” diye çağırırız. Çocukların içinde yaşadıkları komüniteye değil de içine doğdukları aileye “ait” oldukları mefhumu söz konusudur. Bu mefhum ne zaman ortaya çıktı, gerçek mi, doğru mu, faydalı mı, yeterli mi?

Tarihsel anlamda kısaca incelediğimizde tarımı bulan insanlık için toprak sahibi olmak önem kazandı. Tek başına toprağın sahibi olmak onun üzerinde “kalıcı hakimiyet” için yeterli olmadığından kontrollü şekilde devredilmesi gerekiyordu. Bu temel mantık miras hukukunu doğurdu. Her zaman söylendiği gibi özel mülkiyet kavramı olmadan miras hukukunun da bir anlamı yoktur. Tam da bu sebeple kalabalık kabile içinde küçük aile grupları ayrı bir önem kazandı. Bahsedilen topraklara “sahip olma” olgusu kuvvetlendikçe de çocuklarımıza da “sahip” olduğumuz düşüncesi güçlenmeye başladı. Bu sahiplik öyle bulaşıcıdır ki feodal düzen de kapitalizm de bu bakış açısının ekmeğini yedi. Dolayısıyla zaman içinde doğmuş, süregelen ve geçerliliğini sürdüren bir sistem.

Çocuklarımızın gerçekten sahibi miyiz?

Sahip olmak demek hukuki anlamda bir “şey” üzerinde mutlak tasarruf yetkisine sahip olmaktır. Türk Medeni Kanunu hak ehliyetini herkese tanır. Fakat fiil ehliyetini, yani bir anlamda bu hakları kullanma özgürlüğünü, kısıtlı olmayan erginlere tanır. Kısıtlılık kavramı yaygın olarak akıl hastalığı hallerinde görülür. (Hüküm giyme, madde bağımlılığı gibi diğer haller de var tabi fakat konumuz o değil.) Ergin olmak müessesesi de bilindiği üzere 18 yaşını geçmiş olmak üzerinden tanımlanır. Bu durumda hukuk, çocuklara (küçüklere) fiil ehliyetini tanımaz, onun yerine hak ehliyetini kullanabilmesi için bir gardiyan atar: veli. Bu kapsamda ailelere bahşedilmiş bir “sahiplik” yetkisi vardır ve muhakkak bu yetkinin kimi sınırları vardır.

Öte yandan devletin zorunlu tuttuğu kimi aşılar, ilköğretime devam etmenin zorunlu olması gibi kurallar ailenin mutlak ve tek yetkili olması bakış açısıyla ne kadar bağdaşır?

Çocukların hayatları konusunda yetki ve sorumluluğu topyekun ailelere yüklemek ne kadar doğrudur? Mevcut toplum düzeninde çocuklarımızın duygusal hayatları üzerinde birinci derecede etkili figür aileleridir. Öte yandan devletin zorunlu tuttuğu kimi aşılar, ilköğretime devam etmenin zorunlu olması gibi kurallar ailenin mutlak ve tek yetkili olması bakış açısıyla ne kadar bağdaşır? Devlet muhakkak ki kamu sağlığını düşünmek durumundadır, bu sebeple bulaşıcı hastalık tehlikesini bertaraf için zorunlu aşı konusunu gerekçelendirebiliriz. Fakat diyelim ki çocuğunu okula göndermeyip evde eğitmek isteyen bir ebeveyne hangi gerekçeyle engel olabiliriz? Türk hukuku (ve mevcut birçok hukuk düzeni) ebeveynlere çocukları üzerinde sınırlı bir yetki tanır ve bu yetkinin sınırlarının her daim tartışılması gerekir.

Çocuklar üzerinde hem ailenin hem de toplumun söz sahibi olması muhakkak bir fayda sağlar. Çocuklarımızın bizim dünyamızda tek ve özel olmalarının yanı sıra içinde yaşadıkları toplum bakımından çocuklar o toplumun sade bireyleri ve türün devamlılığını sağlayan canlılardır. Bir felaket anında bir yavru köpek ve bir bebekle rastlaşan insan içgüdüsel olarak tek canlı kurtarma seçeneği varsa bunu bebekten yana kullanır. Bebek onun türünün devamıdır. Kendi bebeği olmasa bile. Tam da burada çocuklarımızın esasen “toplumun çocukları olması” olgusu ortaya çıkar. Toplu yaşayarak evrimleşmiş sosyal bir varlık olan insan toplumdaki diğer çocuklar konusunda da kendi çocuğu üzerinde sahip olduğu şekilde yetki sahibi olduğunu düşünüyor. Bu belli durumlarda faydalı olabilse de günümüz “bireyci” toplumunda rahatsız edici müdahaleye de dönüşebilir.

Toplu yaşıyoruz, toplumu oluşturan bireyleriz, hepimiz birbirimize bir şekilde bağlıyız, dolayısıyla birbirimize ve birbirimizin çocuklarına karışıyoruz. Buraya kadar iyi güzel. Fakat çocuklar bu toplum piramidinin neresinde yer alıyor. Yukarıda bahsedildiği üzere çocuklarımızı “sahip olmak” fiili üzerinden değerlendirirsek “özne-nesne” ilişkisi kurmamız kaçınılmaz olur. Bu durumda çocuk üzerinde otorite kurma, çocuğun birey olarak varlığını yok sayma, onun “iyiliği için”, o yeterli olamadığı için onun adına kararlar verme beraberinde gelir. Dolayısıyla çocuk üzerinde toplumun (devletin) kontrolü altında ebeveynin söz hakkını tanısak da eksik kalan kısım çocuğun kendi söz hakkıdır. Çocukların kendi ihtiyaçlarını ve şikayetlerini aktarabilecekleri mikro ve makro düzeyde örgütlenmeler olması şarttır. Zannedildiğinin aksine çocuklar yetersiz değillerdir, bilakis yetişkinler çoğu zaman onların istek ve şikayetlerini anlamakta ve öngörmekte yetersiz kalırlar.

Bu yazı ilk olarak 02.01.2018 tarihinde www.necibe.com sitesinde yayınlanmıştır.